
ÜÇ AYRI ZAMANA AİT TEK BİR ERZURUM İMGESİ
Anlatının en geniş bölümü burasıdır. Gündelik yaşantıdan tarihe, şehrin belli başlı simalarından mimari eserlerine, çarşı-pazar yaşantısından ruhi yaşantıya Türkiye’ye 1945 metreden bakan üç ayrı zamana ait tek bir Erzurum imgesi.
Üç ayrı zamanın iç içe geçmiş anlatımında Erzurum türkülerinin yeri ise bir şiirdeki veznin, bir müzik eserindeki ritimin yerini tutmaktadır. Anlatı hızlanır ve yavaşlar, bazen kendisini dalgaların akıntısına bırakmış bir tekne gibi salınır, bazen bir kuş gibi süzülür, bir dağ gibi yükselir ya da bir uçurum gibi keskinleşir. Sonra da iki dağın arasından birden bire bir ok gibi fırlayan yemyeşil bir ova… Sonra bu hava da dağılır ve her şeyi, uçsuz bucaksız bu ovayı boydan boya geçerek seyreden bir ekspresin şimdiki zamanı kaplar.
Tanpınar’ın Erzurum’a İkinci Dünya savaşı yıllarındaki son gidişidir bu.
BEŞ ŞEHİR’İN YARIM YÜZYILDIR GÖRDÜĞÜ ŞEY
Klasik müziğimize olan derin bilgisini “Mahur Beste” ve “Huzur” gibi yapıtlarından da bildiğimiz Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Beş Şehir”deki “Erzurum” anlatısı, türkülere bakışı, onları yorumlayış ve kavrayışı yönünden halk müziği araştırmacılarımızın ilgisini çekecek özelliklere sahiptir. Kitabın birinci basımının 1946’da yapıldığını, Muzaffer Sarısözen’in Halil Bedii Yönetken ve Rıza Yetişen ile aşağı yukarı aynı tarihlerde -1943'ten 1952'ye kadar- Tokat, Amasya, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Elazığ, Tunceli, Bingöl, Muş, Ankara, Çankırı, Yozgat ve Kırşehir başta gelmek üzere Türkiye’nin dört bir tarafında derleme çalışmaları yürüttüklerini unutmazsak, bu demektir ki “Beş Şehir”deki Erzurum, bugün bile birçok araştırmacının göremediği pek çok şeyi yarım yüzyıldan fazla bir zamandan beri görebilmektedir. Araştırmacılarımızın bu eseri görebildikleri ise kuşkuludur.
“BÜYÜLÜ BİR AYNA GİBİ”

“Erzurum’da kaldığım müddetçe mahallî diyebileceğimiz musikiyi şahsî bir macera gibi yaşamıştım. Fakat ancak yıllardan sonra onunla yeniden karşılaşınca, taşıdığı ızdırap yükünü anlayabildim.
“Bu türkülerle şarkıların hepsinin Erzurum’un kendi malı olduğu iddia edilemez. Bazıları Erzurum’da doğmuşlardır. Bir kısmında Azerbaycan ile, Kafkasya ile sıkı münasebetin doğurduğu tuhaf bir çeşni, bütün melez şeylerdeki o marazi hislilik vardır. Birtakım hoyratlar, mayalar bütün Bingöl havalisinin malıdır; Bingöl çobanlarının koyun otlatırken çaldıkları kaval nağmelerinden izler taşırlar. (…) Bir kısmı, biraz sonra bahsedeceğim Yemen Türküsü gibi, Harput ağzıdır. Bazısı İstanbul’da çıkmış, kervan yoluyla Zigana’yı, Kop’u; yahut da Samsun, Sivas, Erzincan yoluyla Sansa’yı geçerek uğradığı yerlerden bir yığın hususilik alarak Erzurum’a gelmiştir. Kiminin bestesi yerli sözü başka yerlerdendir. Kiminde dışardan gelen beste, makamın biraz daha üstüne basmak yahut kararını değiştirmek suretiyle yerlileşmiş, bu dağların, bu yaylanın malı olmuştur. Fakat hepsi birden bize büyülü bir ayna gibi Erzurum’u, gurbeti verirler. Bunlar içinde yayla türküsünü başta sayabiliriz:
Yaz gelende çıkam yayla başına
Kurban olam toprağına taşına
Zalim felek ağu kattı aşıma
Ağam nerden aşar yolu yaylanın”. (Beş Şehir, MEB Yayınları, sf. 53-54).
Tanpınar bu türkünün o zamanlar Erzurum’dan başka Sivas’ta Suşehri’nde de bilinip söylendiğini vurgulamaktadır. Nitekim Zaralı Halil’in söylediği “Göç göç oldu göçler yola düzüldi” sözleriyle başlayan bir başka sözü, müziği benzer türkü, TRT repertuvarında 554 numarayla kayıtlı bulunmaktadır. O tarihlerde yaygın olarak söylendiği anlaşılan “Yandı canım tende ey ruhi revanım bir su ver” sözleriyle başlayan Erzurumlu şair Kâmi’ye ait Hacı Hâfız Hamid’in tatyan bestesi ise, 1961’de Nida Tüfekçi tarafından Hulusi Seven’den derlenen eser olsa gerek. Bu tatyanın ezgisi pek az değişik olan bir başka türevi ise, sözleri Alvarlı Mehmet Lütfü Efendi’ye ait olan “Dün gece yar hanesinde yastığım bir taş idi” diye başlayan tatyan eserdir. Tanpınar, “Billûr Piyale”, “Sarı Gelin”, “Yıldız Türküsü-Kervankıran” gibi bugün hemen tümü de TRT repertuvarında bulunan Erzurum ve havalisine ait daha birçok halk ezgisinden de söz etmektedir. Üstelik bir de bunların pek çoğuna geçerken şöylece değiniyormuş gibi yapması var ki, bu da Erzurum anlatısını benzersizleştiren şeylerden biri.
“Çünkü nağmenin kadehi, kendisine boşaltılanı sonuna kadar saklıyor”.
(Şubat 2008, Aydınlık).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder