“Yiğit gölgesinde yiğit saklanır/Kötülerin dalı gölgesi olmaz”...

Çarpmanın gerçekleşip gerçekleşmediği ayrı ama, daha da ileri giderek, belli bir hikayesi olan, savaşı, gurbeti, aşkı ve hasreti anlatan türkülerimizin her birinin yazılmamış büyük bir nehir-romandan parçalar taşıdıklarını ileri sürebiliriz. Söyleyeni zehirleyen bir topak ağu, dinleyeni kül eden bir top ateş diye niteleyebileceğimiz “Kerkük Divanı”nda da bu büyük nehir romandan, belki de daha büyük bir tragedyadan bir tirad, bir parça gizlidir ki, buna bir başka açıdan değinmiştim.
AYNI TEKNEDE HALHAMUR OLMUŞ ÇAMUR
Buradan çıkarak sözü Muharrem Ertaş’a ve “Dinek Dağı”na getirmek istiyorum aslında. Bu bozlağın sözlerini izlediğimizde yüzlerce yılın kaynayıp fokurdaması içinde oluşmuş andığım iç romandan bir parçanın ayırdına varırız. Bu parçanın bir kısmı bağlamanın sözsüz anlatımında, bir kısmı Muharrem Ertaş’ın söyleyişteki tavrında, bir kısmı da bu üç unsurun aynı teknede halhamur olmuş çamurundadır. “Dinek Dağı”nda diğer gurbet havalarında bulamadığımız şey, nice ceremenin ardından gurbetten dönüş ile bu dönüşün getirdiği başka sorunlar bağlamında oluşmuş bir hayat görüşünün, gurbetten elde edilen sonucun anlatılışı ve bunun biçemidir.
GURBET İÇİNDE GURBET

Sılanın ve gurbetin, hangisinin hangisi olduğunun artık iyice birbirine karıştığı günümüzde, sözcüğün kökenine dek inerek önce “garip”i sonra da –aradaki garaip’i, tuhaf, atlayarak- türediği “garp”ı bulduğumuzda Anadolu şarkında yabancı kimseler anlamında kullanılan “garbî”nin zamanla kimsesiz anlamında “garip”e dönüştüğüne tanık oluruz. Gurbete giden garip olur. Gurbet ve garip sözcükleri bugüne göre asıl, ulaşım ve iletişim araçlarının kazandığı günümüzdeki hızın henüz uzağından bile geçemediği, Sivas’tan İstanbul’a bir ayda varılabildiği zamanlarda anlam kazanmaktadır. 1960’lardan itibaren yoğun bir iç göç yaşamaya başlayan toplumumuzun yaklaşık aynı tarihlerde bir de ivmesi giderek artan bir dış göç –karakteristik olarak Almanya- yaşamaya başlaması, bu dış göç bugün uzunca bir süredir durmuş bulunmaktadır, gurbet kavramının geçmiş dönemlerdeki anlamına eklemlenen başka bir açılım da getirmiştir. Gurbet içinde yeni bir gurbet! Gurbet içinde gurbet, hemen hemen sılayı da gurbete çevirmiştir. Neredeyse gurbet gurbet olmaktan, sıla da sıla olmaktan çıkmıştır. Gurbet de, sıla da, bir telefon kadar yakın veya uzaktır. Kaldı ki bir de, “sevdiklerimize kavuşturan” otobüsler, uçaklar var ve sanırım çok yakın bir gelecekte insan, gurbeti ancak geçmişten aktarılabilen anılar kapsamında türkülerde ve şiirlerde yaşayabilecektir.
SILAYA DÖNÜŞ
Oysa çok daha eskilerde, örneğin, Yunus Emre’nin “Gezdim Urum ile Şam’ı/Yukarı illeri kamu” dizelerinde gezip gördüğü yerlerin yolculuk süresi, en azından çeyrek ömürlük bir zaman dilimine karşılık gelmektedir. Çok daha fazla gezdiğini bildiğimiz genç Karacaoğlan ise, yurduna geri döndüğünde çoktan kocalmıştır. Ozanın şu dizeleri ulaşım koşulları için de tipiktir: “Aşamazsın Karaman’ın elini/Köprüsü yok geçemezsin selini/Gerdan yaylasının perçem belini/Lale sümbül bürüsün de gidelim”.
“Dinek Dağı” bozlağı da işte, tam olarak bu değilse bile buna yakın bir ulaşım ve iletişim koşullarının, ya da bu koşulların hatırda kalan anısının sonucunda doğmuş olmalı ki, ozan, bunca yolun, bunca uzun yılın ardından henüz ayağının tozuyla karşılaştığı durumlar karşısında, “yeni geldim,” diyebilmektedir. “Yeni geldim Dinek Dağı gurbetten/Başım halas olmaz gadadan dertten/Adama kemlik mi gelir merdoğlu mertten/Kötülerin dalı kolgesi olmaz”.
TEZ-ANTİTEZ-SENTEZ

Bütün ayrıntıların çıkarılıp atıldığı, geriye yalnızca bir darb-ı mesel değerindeki bu sözün kaldığı “Dinek Dağı”nın toprağına gömülmüş katmanlar halinde belki de binlerce hayat ve bu hayatlara ait hikayeler, bu iki dörtlükte yığılmış yatmaktadır.
(Muharrem Ertaş’ın “Dinek Dağı” ile diğer bozlakları söyleyişindeki tavıra da haftaya değinelim.)
(Ekim 2006,Aydınlık)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder