19 Aralık 2010 Pazar

Dokuz boğumu yırtan bıçak

...Çığlık, Muharrem Ertaş’ın hançeresinden, gırtlağının dokuz boğumunun dokuzunu birden bir bıçak gibi yırtarak çıkmaktadır. Bozlağın düğüm yeridir. Çığlık bu düğümü çözen bir işlev yüklenir. Bağlamayı çalış tarzı da buna uygundur. Muharrem Ertaş’ın kucağında bağlama, neresinden tutulup nasıl çalınacağı bilinmeyen, tezenenin her iniş çıkışında yüreğinizden bir tel koparan bilinmedik bir müzik aletine dönüşür...


“Dinek Dağı”nı öteki bozlaklardan ayıran iki şey var. Birincisi, bozlağın iki dizeye sıkıştırdığı “gurbet” savının bütün gurbet türkülerindekinden nitelikçe farklılığı… “Yiğit gölgesinde yiğit saklanır” diyor bozlak, “Kötülerin dalı gölgesi olmaz”. Didaktik olmadan, son derece yalın bir imgeyle kurulmuş bir çözümlemedir bu aynı zamanda. Köroğlu’nun bir şiirindeki “yiğit yiğidin yoldaşı” sözüyle ve bu türden başka şiirlerin sözleriyle olan akrabalığından söz edilebilir elbet ama, “Dinek Dağı”, yiğidin yiğide yoldaşlığının çerçevesini başka bir alanda, gurbet alanında kuruyor. Yiğit “gurbet”te büsbütün “silahsız”dır. Oysa Köroğlu’nun dünyasındaki yiğit de, onun yoldaşı da “Celâli”dir ve ancak aynı amaçta bir araya geldiklerinde yoldaş olabilmektedirler. Dinek Dağı’nda ise, yoldaşlık ilişkisinden ziyade sığınan-sığınılan ilişkisi kurulmaktadır. Sığınan yiğit, sığınılan da yiğittir.

DOKUZ BOĞUMU YIRTAN BIÇAK

İkincisi, Muharrem Ertaş’ın bir benzerini hiçbir bozlakta tekrarlamadığı, kendisinden sonra gelenlerin hiçbirinin de buna yaklaşamadığı ikinci dörtlüğün ikinci dizesinde, sadece burada ve bir kez attığı o “ah” çığlığı... Muharrem Ertaş, sanki o “ah” ile bu savı söylemeye hazırlanmaktadır. Savın açıklanmasından önce, bir yükü, avuçlarına “tu” deyip yeniden omuzlamak için başvurulmuş geniş bir soluklanma gibi de tanımlanabilir bu. Ne var ki soluklanma, çığlık yoluyla yapılmaktadır. Çığlık, Muharrem Ertaş’ın hançeresinden, gırtlağının dokuz boğumunun dokuzunu birden bir bıçak gibi yırtarak çıkmaktadır adeta. Bozlağın düğüm yeridir de burası. Çığlık bu düğümü çözen bir işlev de yüklenir.
Zaten bundan sonra da o son iki dize gelir: “Yiğit gölgesinde yiğit saklanır/Kötülerin dalı gölgesi olmaz”.
Bağlamayı çalış tarzı da buna uygundur. Muharrem Ertaş’ın kucağında bağlama, başka, neresinden tutulup nasıl çalınacağı bilinmeyen, tezenenin her iniş çıkışında yüreğinizden bir tel koparan bilinmedik bir müzik aletine dönüşür.

GENİŞ ARALIKLI SESLER

Daha kötü bir söyleyiş her zaman mümkünken ve başka pek çok türküde çok da sık rastlanırken, “Dinek Dağı”nın aynı şekilde söylenmesi bir daha asla gerçekleşmeyecek; farklı ve daha modern bir yorum için ise, başka bir ustanın gelmesini beklemek gerekecek. “Ağ elleri sala sala gelen yar” bozlağını Ümit Tokcan’ın bambaşka bir tavırla yorumlayışı, bu olasılığa her zaman sahip bulunduğumuzu gösteriyor. Çünkü, Muharrem Ertaş da, kendisinden önceki ustaların en iyi yorumunu yapıyordu. Üstelik hem saz hem de yüksek frekanslı bir ses olarak. Dönemin klasik ve halk müziği ustalarının hemen hepsinde buluruz bu yüksek frekanslı sesi. Mikrofonun, kayıt araçlarının henüz olmadığı ya da yaygın olarak kullanılmadığı bir dönemin sanatçılarıdırlar. Seslerini salonun en arka sıralarına dek ulaştırmak zorundadırlar. Bu ve başka zorunluluklar, ses aralıkları geniş olan Hafız Burhan, Celâl Güzelses gibi sanatçıları ortaya çıkarmıştır. Bugün bu seslere yakın seslere pek az sanatçıda rastlıyoruz. Söyleyiş açısından da, egemen olan, İstanbul ağzıyla müstezat okuyan tıkız, hımbıl ve pısırık seslerdir.

ESKİNİN İÇİNDE TÜMÜYLE YENİ

Oysa Muharrem Ertaş’ın çağında, Diyarbakır’da “uzunhava”laşan, Antep’te “barak”laşan, Harput’ta “müstezat”laşan, kısaca, Kerkük’te “hoyrat”laşan türkü, Kırşehir’de “bozlak”laşmaktadır. Sözgelimi Pir Sultan Abdal’ın “Bu yıl bu dağların karı erimez” deyişi, geleneksel alevi söyleyişinden taşmış, bambaşka bir nitelik kazanmış halde karşımıza bozlak karakterde bir yorum olarak çıkmıştır. Benzer bir karşıtlığa Dadaloğlu’nun “Kalktı göç eyledi Avşar elleri” türküsünde de rastlarız. “Kalktı göç eyledi Avşar elleri”ni Cem Karaca’nın “Anadolu Rock” tarzındaki yorumlayışında, türkünün geleneksel söylenişi içinde dönen, o günkü koşulların getirdiği bir isyan ve yiğitleme edası var. Muharrem Ertaş’ın söyleyişi, şiirin içeriğinden gelen bu isyanı korumakla birlikte türküye önemli ölçüde ağıt katar. Dadaloğlu, Avşarların geçmişindeki olaylar için söylenmiş şiirleri, 1840’lardaki zorla iskân olayları için tapşırmıştır. Eskinin içindeki yeni budur. Tümüyle yeni olan ise, 1928 yılına tarihlenmekle birlikte, Osmanlı’nın yıkıntıları üzerinde kurulmuş cumhuriyet koşullarında Muharrem Ertaş’ın sazı ve sesinde bulduğu hayattır. Aradan 78 yıl geçmesine karşın taşıdığı yeni’liğin nedenini, sanırım, tarihi koşullar kadar bozlağın yapısında da aramak gerek.


YORUM BAŞKA, YARATIM BAŞKA

Büyük bir olasılıkla “Dinek Dağı” veya “Kalktı göç eyledi Avşar elleri” veya diğer başka bozlaklar aşağı yukarı bu biçimlerine yakın biçimlerde Muharrem Ertaş’tan önce de söyleniyordu. Muharrem Ertaş’ın ustalarına bakarak bunun hemen hemen kesin olduğunu bile söyleyebiliriz. Muharrem Ertaş’ta yeni olan, bu bozlaklara ve genel olarak bozlak’a verdiği en geniş kişisel karakterdir. Ki bu da yorumun çok ilerisinde bir şey olmak gerekir. Takliti asıldan ayıran, asıl’ın yapısındaki yalınlık, saflık, doğallık, yaşarlık ve tekliktir. Bu anlamda da Muharrem Ertaş, bir zincirin son halkası gibi duruyor. Eklenecek yeni bir halka, belki de bambaşka ve modern bir karakter taşıyacak, bozlak’ı klasikleştirecektir.

(Ekim 2006, Aydınlık)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder