23 Ocak 2011 Pazar

Aydın Rüyası

...“Tutunamayanlar”daki “Abdülhamit rüyası”, romanın kendisi gibi çok çeşitli okumalara açıktır. Bunu “Roman Kahramanları”nda belli ölçülerde yapmaya çalıştım. Burada yapmak istediğim, konuyu, toplumsal siyasal düzenle olan çelişkilerinin derinliği ve şiddeti oranında, aydınların gördüğü bu tür rüyalara getirmek...

“Roman Kahramanları” adlı üç aylık edebiyat dergisinin Ocak-Mart 2011 tarihli 5. sayısının dosya konularından biri Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” adlı romanının kahramanı “Selim Işık” idi. Derginin bu sayısında konuyla ilgili benim de “Tutunamayanlar’ın Abdülhamit rüyası” başlıklı bir yazım var.
1970 yılında TRT’nin roman ödülünü aldıktan yıllar sonra yayımlanma olanağı bulan Tutunamayanlar’ın daha başlarında, romanın ikinci kahramanı Turgut Özben’in, vaktiyle en yakın arkadaşı, kadim bir dostu olan Selim Işık’ın intihar ettiğini öğrendiği gün gördüğü bir rüyadır bu. Üniversite yıllarında bir içtikleri su ayrı giden bu iki arkadaş, Turgut’un bir “limonata pasta komparsita” düğünüyle evlenip düzene dahil olmasıyla birlikte giderek uzaklaşmışlardır. Selim’in intihar haberiyle sarsılan Turgut, yakın arkadaş oldukları günleri düşünür, o günlerde birlikte kaleme aldıkları notları bulup okur, Selim ve Selim’in intiharı, kendisi, toplum ve sürüp gitmekte olan aile hayatı üzerine kafa yorar.
Turgut, o gece, daha sonraları her hatırlayışında ürpereceği ve ‘Abdülhamit Rüyası’ adını vereceği şu kâbusu görür:

“KİM KORKAR ABDÜLHAMİT’TEN”

“Koyu kırmızı büyük bir salonda, bir divanın üstüne, Sultan Abdülhamit, elbiseleriyle uzanmıştı. Başında kırmızı bir fes, parlak siyah redingotunun üstünde de ucuna bir nişan asılmış kalın ve sarı bir kurdele vardı. Divanda ipekli bir örtü Sultan’ın hemen yanı başında duruyordu. Abdülhamit bu örtüye yer yer sarınmıştı. Tıpkı anlatıldığı gibi ufak tefek, koca burunlu ve kara sakallıydı. Turgut, Sultan’a bu kadar yakın olmaktan biraz mahcup ve ürkek, konuşmadan Abdülhamit’i seyrediyor, bir yandan da kendine cesaret vermeye çalışıyordu: ben Cumhuriyet çocuğuyum, ben Cumhuriyet çocuğuyum. Bir ilkokul öğrencisi gibi hissediyordu kendini: neden korkacakmışım Abdülhamit’ten? Fakat, hiç konuşmayan bu küçük adamda ürkütücü bir otorite vardı. Başıyla Turgut’a işaret etti. Turgut da divanın yanındaki sandalyeye oturdu. Abdülhamit’i şimdi çok yakından görüyordu. İkisi de susuyordu. Birden, Sultanın sarıldığı örtüler kımıldadı, ipek kumaşın arasından, Turgut’un o ana kadar fark etmediği bir adamın başı ve kolları dışarıya çıktı.” (Tutunamayanlar, İletişim Yayınları, 46. baskı, 2010 İstanbul, sf. 82-83).

DİLAZER: TAM BİR DÜZEN AYDINI TİPİ

Abdülhamit rüyasında Turgut’a, “yaptığımız devrimlerin aslı” olmadığını söyler. “Ben, bütün olacakları evvelden görmüştüm. Benimle başa çıkamayacağınızı biliyordum” der. Devamı şöyle: “ ‘Ben ve Dilazer, sizin yenemeyeceğiniz kuvvetlerdik. Hele Dilazer! Çok marifetlidir: istediğin kılığa girer.’ Dilazer, siyah mesin altından başını çıkardı: ‘Girerim’. ‘Sizin hatanız buradaydı: Dilazer’in yerine koyacak adamınız yoktu.’ Dilazer, Turgut’un sandalyesinin yanında göründü, Turgut irkildi. Yılan adam sırıtarak: ‘Adamınız yoktu’ dedi ve gene kayboldu.” (Sf. 84).
Abdülhamit ile ipek örtülerin arasında, onun hükmü ve bağışlaması altında ona sevgisini göstererek divanın ortasında kendisi için yapılmış bir oyukta kılıktan kılığa giren bir yılan gibi kıvranarak yaşayan Dilazer, tam bir düzen aydınını simgelemektedir.

MUSTAFA KEMAL’İN ÇARESİZLİĞİ

Turgut’un rüyasında Mustafa Kemal de var! Onu resimlerinden tanıyan biri için kim olduğunu anlamanın çok güç olduğu bir Mustafa Kemal’dir bu. Çok şişmanlamış, saçlarının hemen hepsi dökülmüş, sırtı kamburlaşmış, sesi yorgun çıkan, konuşurken dudaklarının arasından altın dişleri görünen, buruşuk yüzü beyaz kıllarla kaplı Mustafa Kemal, eski bir robdöşambr giymiştir.
Ancak Turgut yine de tanıyacaktır.
“‘Üçüncü Cumhuriyeti de kurduğum halde bunlara neden mi engel olmuyorum?’ Duyduğu bu yeni sese çevirdi başını. ‘Gücüm yetmiyor,” dedi ses. Oda biraz aydınlandı: Turgut’un karşısında Mustafa Kemal duruyordu.
“Turgut bütün gücünü toplayarak konuşmaya çalıştı: ‘Nasıl olur? Siz idare etmiyor musunuz? Nasıl engel olamazsınız?’ Mustafa Kemal, çaresizliğini gösteren bir hareket yaptı. Turgut, ona doğru ilerlerken uyandı.” (a.y.)

BİR BAŞKA İSTİBDAT
Oğuz Atay’ın Turgut Özben’e rüyasında Abdülhamit’i gördürmesi rasgele yapılmış bir seçimin sonucu değil. Abdülhamit ve istibdadı, Türkiye’nin kaç kuşak aydınının hayatını karartmış, birçoğunun menfalarda yitip gitmesine neden olmuş, etkisi, 1970’te tamamlanan “Tutunamayanlar”a bir rüya biçiminde yansıyıncaya kadar daha on yıllarca sürmüştür. Bu etki bugün de başka biçimler altında devam etmektedir. Çünkü, bugün bir başka istibdat söz konusudur.
Ve… Toplumsal siyasal düzenle olan çelişkilerinin derinliği ve şiddeti oranında, Türkiye’de aydınlar, bu tür rüyaları hep görürler. Böyle rüyaların görülme sıklığının, düzenin uyguladığı şiddetin oranına bağlı olarak arttığı kanısındayım. Buradan yola çıkarak 12 Mart ve 12 Eylül ile günümüzdeki aydın rüyalarının çok daha yoğun, çok daha sık ve çok daha çeşitli olduğunu ve olacağını ileri sürebiliriz. Başlı başına bir araştırma konusu olan “aydın rüyaları” ile ilgili olarak Türkiye’de ruhbilimcilerin neler yaptığını da bakmak gerekir diye düşünüyorum. Bu konu başlığı altında bir aydın soruşturması yapılsa, çıkacak sonuçlar, görülen rüyaların çeşitliliği, siyasal düzenin baskısının aydınların iç dünyalarına ne oranda ve nasıl yansıdığını da gösterecek, aydınlarımızı daha yakından, daha bir içerden tanımamızı sağlayacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder