9 Ocak 2011 Pazar

Türkü yatağı

...Ağıtlardan zeybeklere, kına türkülerinden gelin-kaynana türkülerine, iş türkülerinden taşlamalara, hapisane türkülerinden aşk ve sevda türkülerine oldukça geniş bir çerçeveden söz edilebilir. Bağlamada aynı perdelere basarak Marmara ve Ege’den geçip Karadeniz’den Akdeniz’e, İnebolu’dan Silifke’ye inebiliriz. “Sepetçioğlu” ile “Tekelioğlu” arasındaki mesafe o kadar da çok değil...

Hâlâ duruyor mu bilmem; eskiden Kastamonu’nun girişinde –Kastamonu sanki sınır şehirlerimizden biriymiş gibi,-yanılmıyorsam Halil Rifat Paşa’ya ait bir söz vardı: “Gitmediğin yer senin değildir”. İnsanın, şehrin son yirmi otuz yıldaki durumuna bakarak bu sözü bir buyruk gibi algılayan Kastamonulu’nun bahtını Türkiye’nin dört bir tarafında ve Almanya başta olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinde aramaya çıkmıştır diyeceği geliyor. Gerçekten de, Kastamonu bir zamanlar yoğun göç veren şehirlerimizin başında geldiği için o sözün bende bıraktığı etki, belki de bu yüzden anlama içerili “git” emrinde gizli. Başka şehirlerimizin girişlerinde de şehrine göre başka sözlerin yer aldığını çok gezen bir kimse olmamama karşın, örneğin Kütahya’dan da biliyorum. (Evet, ben de tetkik ettim, Evliya Çelebi Kütahyalı’dır!) Çanakkale’de ise, Necmettin Halil Onan’ın şehrin karşı kıyısındaki Eceabat sırtlarına taş ve kireçle yazılmış dizeleri karşılar: “Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın/Bu toprak, bir devrin battığı yerdir/Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın/Bir vatan kalbinin attığı yerdir”.

“ÇANAKKALE İÇİNDE VURDULAR BENİ”

Kütahya’yı aradan çıkarırsak, biri “git” derken diğeri “dur” diyen iki söz ve iki şehir arasında çok yoğun bir başka bağlantıdan da söz edebiliriz. Geçen yüzyılın dillere destan direnişlerinden birini yaratan Çanakkale’deki bu direnişi anlatan en yaygın, belki de neredeyse tek türkü, “Çanakkale türküsü” olarak da bilinen “Çanakkale içinde vurdular beni” adlı bu “hecetaşı” -ağıt, varsağı, sagu, yakarı, ilahi, requiem ya da siz ne derseniz deyin,- sanıldığının aksine, Kastamonu menşe’lidir. (Muzaffer Sarısözen’in Kastamonulu İhsan Ozanoğlu’dan derlediği türkünün şu bölüğü ise pek az bilinmektedir: “Çanakkale üstünü duman bürüdü/Onüçüncü fırka harbe yürüdü”. “Çanakkale içinde bir dolu testi/Analar babalar mektubu kesti” dizelerini ise Sivastopol türküsünden de hatırlıyoruz. Ancak benzer sözleri kullanan, Kastamonu’ya ait ayrı bir Sivastopol türküsü de yine İhsan Ozanoğlu’dan derlenmiş olarak TRT repertuvarında bulunmaktadır. İhsan Ozanoğlu’dan derlenen savaş temalı bir başka türkü de sözlerinden Balkan Savaşı konulu olduğu anlaşılan “Asger gatar gatar olmuş gidiyor” türküsüdür. Salt bu üç türküden, Kastamonu’nun, son dönemlerinde Osmanlı’nın asker yataklarından biri olduğu sonucu da çıkar. TRT repertuvarında İhsan Ozanoğlu’dan alınan çeşitli temalarda birçok türkü bulunmaktadır. Yörenin birçok türküsünün bize ulaştırılmasında emekleri bulunan kaynak kişilerden Aşık Mümin Meydani, Sarı Recep ve Yorgansız Hakkı’yı da anmadan geçmek istemem.)





“SEPETÇİOĞLU” İLE “TEKELİOĞLU” ARASINDAKİ MESAFE

Yemen türkülerinin Muş-Erzurum kaynaklı bulunmasının rastlantı olmaması gibi Çanakkale direnişini anlatan bu türkünün de Kastamonu’da yakılmış bulunması rastlantı olmasa gerek. Çünkü Kastamonu yöresi, kendi başına alındığında da ayrıca tam bir türkü yatağı durumunda. Ağıtlardan zeybeklere, kına türkülerinden gelin-kaynana türkülerine, iş türkülerinden taşlamalara, hapisane türkülerinden aşk ve sevda türkülerine oldukça geniş bir çerçeveden söz edilebilir. Bu çerçeveyi sağlayan şeyin, yörenin çoğrafik ve tarihsel arka planını oluşturan bugünkü Ankara ve Çankırı’nın tarihsel olarak Bozok ile bütünleşen varlığının olduğu söylenebilir. Bir de buna ayrıca üç “bolu”nun –polis/kent- daha buluşma noktası durumundaki dördüncü “bolu” Kastamonu’nun yüzlerce yıllık bir kent olması ve yöresel olarak yüzlerce yıllık bir kent kültürüne sahip olması eklenebilir. Kastamonu tarih boyunca yapılan bütün o Pontus-Osmanlı vurguya rağmen hep Oğuz -ve Türkmen- olmuş ve kalmıştır. “Tiridine bandım” olarak da bilinen “Aşağıdan gelir Türkmen koyunu”, “Derelerde guşburnu”, “Yelpik koşması”, “Topal koşma”, “Şu Çırdak’tan öğlen geçtim” gibi müzik ve tavır kadar söz bakımından da güçlü türküleri ancak Kastamonu yöresinin yüzlerce yıllık Oğuz kültürü yaratabilirdi. Bağlamanın aynı perdelerine basarak kıyı yoluyla Marmara ve Ege’den geçerek Karadeniz’den Akdeniz’e, İnebolu’dan Silifke’ye inebiliriz. Aynı yolu karadan da izleyebiliriz. “Sepetçioğlu” ile “Tekelioğlu” arasındaki mesafe o kadar da çok değil. Şu da var ayrıca; en güzel hapisane türkülerimizden “Mapusane çeşmesi yandan akıyor” türküsünün Kastamonu kökenli olması da rastlantı olmasa gerek. “Mapusane içinde yanıyor gazlar” ise yine çok yakın bir yöreden, Bartın’dan.

HER BİRİ BİRER TOPAK ZEHİR

Ama ben asıl, her biri birer topak zehirden başka bir şey olmayan Kastamonu’nun aşk, sevda ve ayrılık türkülerinden söz etmek istiyordum; Kastamonu denilince nedense hemen hepimizi gülümseten Kastamonuspor’a ilişkin saçmasapan fıkraların tersine, taa İsfendiyar zamanından beri süzüle süzüle geldiği aşikâr olan o kâm, o ince makam, o telkâri fincan zevkinden… “Gır çeşmeden sular içtim ganmadım”, “Çifte çıkar martinimin dumanı”, “Daş harmanın mazısı”, “Aç kapıyı ben geldim”, “Evlerine varamadım arımdan”, “Yeşil ipek bükene”, “Bir giderim beş ardıma bakarım-Amani”… Hangisini dinleseniz -her biri birer bıçak gibi derin izler bırakarak tam kalbinize saplanacaktır,- günlerce gecelerce bıkmadan dinlersiniz...
Bir de, dinledikçe çiçekleri katmer katmer açan bir zehir: “Kız bahçende gül var mı”.
Ama onu da başka bir zamana…

(Şubat 2008, Aydınlık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder