3 Haziran 2011 Cuma

Cengiz Aytmatov Çağımızın Manas’ıydı

...10 Haziran 2008'de Almanya’nın Nürnberg kentinde hayatını kaybeden Cengiz Aytmatov, Romanlarında bir yandan modern Rus edebiyatının zengin olanaklarından yararlanırken bir yandan da Manas Destanı gibi Türk ve Kırgız dünyasının sözlü edebiyat eserlerine yaslanmıştı...


Efsaneye göre “Sarı Özek” bozkırında yaşayan “Naymanlar”ın topraklarını istilâ eden “Juan Juanlar”, esir aldıkları Nayman gençlerinin kafalarını tıraş ederek yaş deve derisi geçirirler. Kuruyarak daralmaya başlayan deri, uzamaya başlayan saçların kıl dönmesine benzer bir biçimde kurbanın kafa derisine girmesini sağlayarak korkunç acılar veren bir işkence aracına dönüşür. Kafalarına deve derisi geçirilmiş Nayman gençleri bu işkencenin sonunda ya ölürler ya da belleklerini yitirerek “Mankurt”laşırlar. Efsanenin konu ettiği Nayman Ana ise, oğlunu arayan bir Kırgız anasıdır ve onu bulduğunu sandığı bir anda, Mankurt olan oğlunun okuyla vurularak öldürülecektir.
“Gün Uzar Yüzyıl Olur”, odağında bu efsanenin yer aldığı, Kırgızistan bozkırlarından birinde, “Sarı Özek”te tekdüze bir yaşam sürdüren demiryolcu Yedigey’in, en yakın arkadaşı Kazangap’ı, vasiyeti üzerine, atalarından kalan kutsal Sarı Özek bölgesinde bir mezarlığa gömmek istemesinin öyküsüdür. Romanda geçmiş zaman ile şimdi, gerçek ile efsane iç içedir.
“Gün Uzar Yüzyıl Olur” adlı romanındaki bu efsaneyle günümüz arasında koşutluk kuran Cengiz Aytmatov, bir efsane motivi olmaktan çıkardığı “Mankurt” kavramına siyasal, ideolojik ve sosyolojik bir derinlik ve genişlik kazandırarak evrenselleştirmiştir de. Tarihsel mankurtlaşma, aslında, modern zamanlarda yaşanan mankurtlaşmanın iz düşümüdür âdeta.
Gün Uzar Yüzyıl Olur’da geçmiş ile şu an, gerçekler ile destanlar iç içedir. “Mankurt” ihanet edenin, toplumunu arkadan hançerleyenin, halkının ve ülkesinin düşmanlarının safına geçenin adı olmuştur.


ZEMİN VE BAĞLAM FARKI
“Gün Uzar Yüzyıl Olur” ya da günümüzdeki basımlarda kullanılan diğer adıyla “Gün Olur Asra Bedel” başta olmak üzere, Aytmatov’a büyük ün kazandıran romanlarının hemen hemen tümünde, bu yapıtların yazıldığı Sovyet düzenine –özellikle de Stalin dönemine- yönelik eleştiriler yanında üstü örtülü suçlamalarla kendini belli eden bir muhalif tavır her zaman var olmuştur. Ancak tüm sanat yapıtları için olduğu gibi Aytmatov’un romanları için de değişmez olan şey, yapıta anlam kazandıran gerçeğin ele alındığı bağlamdır. “Öğretmen Duyşen”den “Beyaz Gemi”ye, “Elveda Gülsarı”dan “Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek”e tüm Aytmatov roman ve öykülerinin otuz yıl önceki okunuşları sırasında oturdukları zemin ve ilişkilendirildikleri bağlam ile şimdi otuz yıl sonra oturdukları zemin ve ilişkilendirildikleri bağlam farklıdır.


OTUZ YIL ÖNCE VE OTUZ YIL SONRA
Bu zemin ve bağlam, otuz yıl sonra şimdikinden de farklı olacaktır. Otuz yıl önce Gorki ve Ehrenburg’dan sonra akla ilk gelen Sovyet yazarı olan Aytmatov, şimdi otuz yıl sonra Kırgızistan denilince ilk akla gelen kişi olmaktadır. Otuz yıl önce “Sovyet” olduğu için “tu kaka” edilen aynı yazar şimdi otuz yıl sonra “Türk dünyası”nın en büyük yazarı olarak görülmekte ve ilan edilmektedir. Otuz yıl önce Türkiye’de “sol” kütüphanenin kitapları arasında yer alan tüm bu yapıtlar, şimdi otuz yıl sonra “sağ” kütüphanenin kitapları arasında yer bulmaktadır. Aytmatov’un romanlarını otuz yıl önce yayımlayan yayınevleri ile otuz yıl sonra yayımlayan yayınevleri aynı mıdır, bu romanlar otuz yıl sonra da aynı adlarla mı yayımlanmaktadırlar sorularına verilecek tek bir cevap bile zemin ve bağlam farkını ortaya koyabilecektir. Bu otuz yıl önce otuz yıl sonra yinelemesi konuyla ilgili daha birçok ayrıntıda sürdürülebilir elbet, ancak ne var ki, yazar da, yapıtı da edebiyat tarihi içinde gündelik değerlendirmelerin ötesinde bir yer bulabildikleri ölçüde tüm zamanların üstüne çıkabilmektedirler.
Cengiz Aytmatov, şimdi olduğu gibi henüz otuz yıl önce de tüm zamanların üstüne çıkan yapıtlar verebilmiş bir yazar konumundadır. Ona bu niteliği kazandıran şey, damlada denizi, yerelde evrenseli içerebilmesi yanında, bundan daha güçlü olarak da şimdinin tuzağına düşmeden tarihselde geleceği öngörebilmiş olmasıdır. Bunu hemen hemen “Öğretmen Duyşen”den bu yana ortaya koyduğu bütün yapıtlarında görebiliriz.
Yine de “Gün Uzar Yüzyıl Olur”daki zemin ve bağlam, ele aldığı günün ve günümüzün ötelerine uzanan niteliğiyle diğer tüm romanlarından ayrılıyor. Çağımızda Manas, Cengiz Aytmatov’un kaleminde yeniden hayat bulmuştur.

CENGİZ HAN’LA YAŞIT BİLGE
Cengiz Aytmatov ve yapıtı üzerine düşünürken “otuz yıl önce otuz yıl sonra” yinelemesi yaparak “zaman ve bağlam farkı”na dikkat çekmek istemiştim. Her ikisi de birbirine göre şekillenen bu farklar yazarı değil –hem de hiç değil,- daha çok –hatta tümüyle- okuru ve yapıt üzerine yazanı ilgilendiren bir durumdur. Yazar tümüyle bunların dışındadır. Şimdi artık hayatta olmadığı için değil, daha yapıtını ortaya koyduğu anda da böyleydi bu.
Yaşadığı toplum ve coğrafyanın dışına çıktığı anlar hariç, “Öğretmen Duyşen”den “Cengiz Han’a Küsen Bulut”a, “Kassandra Damgası”na değin Cengiz Aytmatov’un ortaya koyduğu tüm yapıt, günün, içinde yaşadığı ve yazdığı şimdiki zamanın geçici olduğunun bilincinde olan, zamanlar üstü bir yazarın ortaya koyabileceği bir yapıttır. Belki zaman yerine çağ sözcüğünü seçmek, zaman sözcüğünde içerili her türlü toplumsal düzenin gelip geçiciliğini işaret etmekte daha isabetli bir tutum olacak. Gerçekten de yüzlerce-binlerce yıldır dilden dile, kulaktan kulağa, kuşaktan kuşağa aktarılan bir destan karşısında bilemediniz yüz yıl sürmüş bir toplumsal-siyasal düzenin lafı mı olur?
Daha açık söylemek gerekirse, yüzlerce-binlerce yıldır söylene-anlatıla gelen Manas’ın Saka’nın, Şu’nun içinde yetişmiş, böylelikle de Mete ile Cengiz ile Timur ya da Uluğ Bey ile Korkunç İvan ya da Lenin ile yaşıt bir bilge için Stalin ya da Kruşçev ya da tüm bir Sovyet dönemi biraz sonra “az önce” diyeceğimiz kısa bir andan başka nedir ki!

ÖNÜNDEKİ ÇUKURA DÜŞMEMEK
Aytmatov tüm bunları; kendi hayatı ve yaşadığı çağ da içinde olmak üzere, şimdiki zamanın, gündelik hayatın değil tarihin ve geleceğin önemli olduğunu daha ilk yapıtlarından başlayarak görmüştü. Bilinmeyen bir tarihte olmuş olanı hali hazırın içinde, şimdi, şu anda gerçekleşiyormuş durumunda olan bir olgu haline getirmek için de, çağdaş bir destan yaratıcısı olmak gerekir. Hem yıldızlara bakmak hem de önündeki çukura düşmemek!
“Gün Uzar Yüzyıl Olur” romanı ve onu tamamlayan “Cengiz Han’a Küsen Bulut” işte tam da bu açıdan çağdaş bir Manas olarak durmakta.
Burada değinilmesi gereken bir başka şey de, özün ta kendisi oluncaya değin bütün fazlalıklarından arındırarak yalınlaşmayı başarabilmektir. Bir başka deyişle, külü üfleyip ateşin ruhuna, köze varmaktır. Öyle ki, biz, Aytmatov’un romanlarını Türkçe çevirilerinden okumamıza karşın, bu özü –közü!- daha ilk cümlelerden itibaren ayırt edebilmekteyiz.

YAZARA VE YAPITA HAKSIZLIK
Öte yandan, Aytmatov’un romanlarını, beş altı milyon nüfuslu bir ülkenin diliyle Kırgızca değil de Rusça yazmış ve yayımlamış olması yazarın yapıtlarını vermeye başladığı çağa özgü bir durumdur. Hatta zorunluluktur bile denebilir buna. Tüm sanat ve edebiyatın Rusça yapıldığı Sovyetler ülkesinde bu dilde yazmak, Aytmatov’a oldukça geniş bir okuyucu kitlesi de kazandırmış ve yazar buradan Avrupa’ya ve dünyaya Rusça üzerinden açılabilmiştir.
Ve elbette biz de onu böyle tanıdık.
Ancak yanlış tanıdık. Otuz yıl önce sadece “Sovyetik” yönünü gördüğümüz Aytmatov’u şimdi bugün otuz yıl sonra sadece “Türk-Kırgız” yönüyle görmek Aytmatov’a ve yapıtına yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Tıpkı Nâzım Hikmet’e yapılan haksızlıkta olduğu gibi…

GERÇEĞE KARŞI GERÇEK:EFSANE
Romanlarında bir yandan modern Rus edebiyatının zengin olanaklarından yararlanırken bir yandan da Manas Destanı gibi sözlü edebiyat eserlerine yaslanan Cengiz Aytmatov, bu eşsiz zenginlikten en iyi yararlanan yazar oldu. Dayandığı bu sözlü edebiyat ve kültür, romanlarının temel dinamiğini oluşturdu. “Yüz Yüze” (1957), “Cemile” (1958), “Selvi Boylum Al Yazmalım”, “Deve Gözü” (1961) Aytmatov’u Sovyet edebiyat dünyasına tanıtan yapıtlar oldu. Özellikle de, Aragon’un “dünyanın en güzel aşk öykülerinden biri” dediği Cemile… 1962’de “Öğretmen Duyşen”le hem yaslanacağı kültürü netleştirmiş, hem de olgunlaşıp ustalaşmıştır. 1963’te yayımlanan “Toprak Ana” Lenin Ödülü’nü getirir. 1964’te “Elveda Gülsarı”yı yazar. “Gülsarı”nın o yılın en iyi romanı olduğu kanısı birçok eleştirmence paylaşılacaktır. 1970’te “Beyaz Gemi”yi “Askerin Oğlu” ve “Oğulla Görüşme” izler. 70’ler, Aytmatov’un geleneksel motif, efsane ve masalları ele alışının son derece inceldiği ve özgünleşip biricikleştiği yıllardır. 1973’te ilk ve tek tiyatro eseri “Fujiyama”yı Kaltay Muhammedcanov ile birlikte yazacak, büyük ilgi gören “Fujiyama” pek çok dile çevrilip sahnelenecek, sinemaya da uyarlanacaktır. Aytmatov’un sinemaya uyarlanan bir başka yapıtı da “Selvi Boylum Al Yazmalım”dır. Atıf Yılmaz’ın yönettiği film, Türkan Şoray’a Taşkent Film Festivalinde en iyi kadın oyuncu ödülü kazandırmıştır. 1977’de “Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek”, 1980’de ise, belki de Aytmatov’un en önemli romanı “Gün Uzar Yüzyıl Olur” yayımlanır. Efsaneden yola çıkan Aytmatov, “Mankurtlaşma” kavramıyla gerçeği koyar insanlığın önüne. Üstü örtülü düzen eleştirisinin, giderek üstünün açıldığını da görürüz. Uzay çağı gerçeği ile bozkır dünyası değerlerinin karşı karşıya geldiği roman, uzay çağının kazanmasıyla sona erecektir. 1986’da “Dişi Kurdun Rüyaları”nı 1990’da “Cengiz Han’a Küsen Bulut” izlese de “Gün Uzar Yüzyıl Olur”un yayımlanmasından on yıl sonra hayat efsaneyi doğrular…

KOLHOZCU, VETERİNER VE DİPLOMAT
1928’de Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e köylerden birinde doğan Aytmatov’un babası Törekul Aytmatov, 1937’de Moskova’da ihanet suçundan tutuklanarak ölüme mahkum edilmiş bir parti görevlisidir. Daha sonra yapılan araştırmada suçlu olmadığı kanaatine varılırsa da aile ancak itibarın iadesinden sonra Kırgızistan’a dönebilir. Annesi çeşitli memuriyetlerde bulunmuş, dört çocuğunu tek başına büyütmek durumunda kalmış bir kadındır. Çocuk yaşta çalışmaya başlayan Aytmatov, ondördünde kolhozun sekreteri olur, vergi memurluğu yapar. 1946’da Kazakistan’da veterinerlik okur. 1953’de veteriner çıkar. 1956-58’de Moskova’da Gorki Edebiyat Enstitüsü’ne devam edecek, 1958’de Moskova Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne girecektir. 59’da Sovyetler Birliği Komünist Partisi ve Yazarlar Birliği’ne kabul edilir. Literaturneya Kırgızistan dergisi editörlüğünü ile Pravda’nın Orta Asya muhabirliğini üstlenir. Daha sonra Novy Mir’in editörlüğünü yapar. 1968’de Büyük Sovyet Edebiyat Ödülü’nü kazanır. Aynı yıl Kırgızistan milli yazarı seçilir. Peş peşe eserler vermeye başlayan Aytmatov, 1978’de Yüksek Sovyet Prezidium’u tarafından Sosyalist İşçi Kahramanı olarak ödüllendirilmiş, 1983’te Büyük Sovyet Edebiyat Ödülü’nü ikinci kez kazanmıştır. Gorbaçov döneminde Sovyet Parlamentosu Kültür ve Ulusal Diller Komitesi Başkanlığı ile Sovyet Yazarlar Birliği Sekreterliği görevlerinde bulunmuş, Sovyetler Birliği dağılmadan önce Gorbaçov’un beş danışmanından biri olmuştur. Issıg Göl Forumu’nun kurucularından Aytmatov, ayrıca Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde SSCB ve Kırgızistan büyükelçiliği yaptı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder