16 Ekim 2010 Cumartesi

Dip dalgasının şairi

(15 Haziran 1925 - 11 Ekim 2005)


...Attilâ İlhan aramızdan ayrılalı 5 yıl oluyor…
Bu beş yılda çok şey değişti dünyada ve Türkiye’de. Ülkemizi ve toplumumuzu yakından ilgilendiren her olayda, “Attilâ İlhan yaşasa ne derdi” diye soranımız çok olmuştur. Aziz Nesin aramızdan ayrıldıktan sonra da çok uzun bir süre bu soruyu sormuştuk. Demirtaş Ceyhun’dan sonra da sorduk bu soruyu, Halit Refiğ’den sonra da sorduk… Bizden öncekilerin Namık Kemal’den, Tevfik Fikret’ten, Nâzım Hikmet’ten sonra sordukları gibi...

İzmir Atatürk Lisesi’nin birinci sınıfında edebiyata, özellikle şiir ve sinemaya meraklı, bu “merak”ını da zaman zaman arkadaşlarıyla paylaşan bir öğrenci… Bir kız arkadaşına yazdığı mektup, bu edebiyatsever gencin hayatının bir anda cehenneme çevrilmesi için yeter de artar bile. Mektupta, hapisteki Nâzım Hikmet’in şiirlerine yer veren liseli genç, okuldan uzaklaştırılmakla kalmaz, tutuklanır da. Üç hafta gözaltında tutulup sorgulandıktan sonra iki ay hapis yatar. “Türkiye’nin hiçbir yerinde okuyamayacağına” dair bir de belge verilir kendisine. 1941 yılıdır…
Türkiye’nin eğitim tarihi, örnekleri yakın zamanlara kadar uzanan buna benzer çok sayıda olayla doludur. Nâzım Hikmet’in şiirlerini okuduğu ya da sınıfta tahtaya yazı yazdığı için komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle polise verilenler, eli sopalı öğretmenleri tarafından bu nedenle dövülenler...

NİCE ÜNLÜ ŞAİRİ GERİDE BIRAKARAK…



Düzenin siyasal baskı ve zulmünün okullardaki kurbanlarının ne ilki ne de sonuncusu olan bu lise öğrencisi, öğrenim hakkını ancak üç yıl sonra 1944’te Danıştay kararıyla yeniden kazanabilecek ve İstanbul Işık Lisesi’ne yazılacaktır. Dört yıl sonra da, lisenin son sınıfındayken, kendisinin haberi olmadan amcasının gönderdiği “Cebbaroğlu Mehemmed” adlı şiiriyle nice ünlü şairi geride bırakarak “CHP Şiir Armağanı”nda ikincilik ödülünü kazanır:

“kaman civarına bahar gelince yıkılır ovadan abdal çadırları
yücesinde pare pare duman tutmuş
düdüldağ'ın yaylasında mekan kurulur
hoş gelmişsin evvel bahar
nisan ayı içinde donanır dağlar
donanır yeşilinden alından
istasyon deresi kabarmıştır
hacıdağ'ın selinden
(...)
başınızdan duman eksilmesin gavurdağları
siz hikayet eylediniz bana
bahçe kazasının kaman köyünden
cebbar oğlu mehemmed'in hikayesini...”

“VATAN: ÖNCE DÜŞÜNÜLMESİ LÂZIM GELEN”

Bir Kurtuluş Savaşı şiiri olan “Cebbaroğlu Mehemmed”, şiirimizin 50 yılını derinden etkileyecek bir şairin, Attilâ İlhan’ın da hikâyesidir aynı zamanda. Peki, salt şiirimizin mi? Attilâ İlhan, bir bütün olarak edebiyatımızın, hatta, düşünce dünyamıza kadar uzatabiliriz bu sınırı, 50 yılını derinden etkilemiştir.
Genç şairin toplumcu bir altyapıya sahip olduğunu gösteren “Cebbaroğlu Mehemmed”, ilk şiir kitabı “Duvar”da bir destana dönüşen olan Kurtuluş Savaşı şiirlerinin başlangıcıdır. Attilâ İlhan, daha “Cebbaroğlu Mehemmed”den başlayarak insanı yaşadığı toprakla, vatanla birlikte düşünür. Bu, henüz el yordamıyla ulaşılmış bir aşama izlenimi verse de, yeni şiirlerde netleşecek, insanı yaşadığı vatanla ele almak, şiirlerinde olduğu gibi romanlarındaki temel tutumuna da yansıyacaktır. Bu, aynı zamanda, deneme ve inceleme yazılarındaki tutumunu da oluşturur. Attilâ İlhan, ilk şiirlerinden başlayarak inşa ettiği bu tutumundan hiçbir zaman vazgeçmemiştir:
“Vatan. Önce düşünülmesi lâzım gelen, senin kavminin yaşamakta olduğu vatan. Bu vatanı elinde tutman lâzım; çünkü sen burada yaşıyorsun, ceddin burada yaşamış, ölülerin orada yatıyor.”
Ege Üniversitesi Senatosu’nca, kendisine fahri doktora unvanı verildiğinde şöyle diyecektir: “biz vatan ve namus için yaşadık”.

DİP DALGASININ ÇOCUĞU



Attilâ İlhan, öte yandan da, “Toplumsal Gerçekçi”dir. Attilâ İlhan’a göre toplumsal gerçekçilik, “ülkemizin ve ulusumuzun bütün sorunlarını, toplumsal ve tarihsel bir görüş açısından bilimsel olarak görüp, en uygun ve en yeni estetik biçimler içersinde yansıtmaya çalışan bir sanat yöntemidir.” Edebiyat geleneğimizi anlamayı benimsediği ve ulusal koşullarımıza en uygun sanat bileşimini vermeyi düşündüğü için millîdir. Sanatın toplumsal bir amacı olduğuna ve amacın Mustafa Kemal’in tanımladığı anlamda “memleketin ve milletin gerçek saadet ve imarına çalışmak” olduğuna inandığı için milliyetçidir. Türk sanatının çağdaş estetik içinde bir değer olabilmesini amaç edindiği için muasırdır. Memleketin ve milletin gerçek saadet ve imarına çalışmasının ancak toplumsal bir platform ve programla girişilecek toplumsal eylemlerle gerçekleşebileceğine, bunda ulusun büyük çoğunluğunu meydana getiren işçiler, köylüler, yoksul şehirliler ve aydınlara büyük işler düşeceğine, bu yolda sanatın yol gösterici bir görevi olduğuna inandığı için de toplumsaldır.
Yaşamıyla sanatı, düşünceleri ve yapıtlarıyla bir bütün oluşturan yekpare aydınlarımızın başında gelen Attilâ İlhan’ın yaşamının son yıllarında Cumhuriyet gazetesindeki söyleşilerinde sık sık dikkat çektiği bir şey vardı: “Dip dalgası”. Başında kaptan şapkası, gözlerinde mavi gülümsemeyle Attilâ İlhan, bir jöntürk, bir ulusçu ve bir sosyalist olarak bizzat kendisi o dip dalgasının çocuğu oldu.

NAMIK KEMAL’DEN, TEVFİK FİKRET’TEN, NÂZIM HİKMET’TEN SONRA

Attilâ İlhan aramızdan ayrılalı 5 yıl oluyor…
Bu beş yılda çok şey değişti dünyada ve Türkiye’de. Ülkemizi ve toplumumuzu yakından ilgilendiren her olayda, “Attilâ İlhan yaşasa ne derdi” diye soranımız çok olmuştur. Aziz Nesin aramızdan ayrıldıktan sonra da çok uzun bir süre bu soruyu sormuştuk. Demirtaş Ceyhun’dan sonra da sorduk bu soruyu, Halit Refiğ’den sonra da sorduk… Bizden öncekilerin Namık Kemal’den, Tevfik Fikret’ten, Nâzım Hikmet’ten sonra sordukları gibi…
150 yıldır bu soruları bize sorduran şey, sanat-edebiyat ve düşün insanlarımızın dünyayla, ülkemizle, toplumumuzla, dünyanın, ülkemizin, toplumumuzun sorunlarıyla iç içe olmalarıdır. “Fildişi kulesi” bizim şairlerimizin yazarlarımızın ruhuna aykırıdır. Çağdaş şiirimiz, sanat ve edebiyatımız gibi şairimiz, yazarımız, sanatçımız, aydınımız da toplumsal eylemin içinden doğmuştur.
Sanat ve edebiyatımızın yaslandığı gelenek ve içinde barındırdığı dinamizm, bu yüzden, “vatan ve namus için yaşarken” baskı ve zulüm kimden gelirse gelsin ona karşı çıkmayı, onunla mücadele etmeyi öngörür.
Attilâ İlhan, “vatan ve namus için yaşayan” aydınlarımızın en başında gelenlerindendi.




ŞİİR VE YAZI OKYANUSU

Şiir: “Duvar” (1948), “Sisler Bulvarı” (1954),”Yağmur Kaçağı” (1955), “Ben Sana Mecburum” (1960), “Bela Çiçeği” (1962), “Yasak Sevişmek” (1968), “Tutkunun Günlüğü” (1973) (Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü, 1974), “Böyle Bir Sevmek” (1977), “Elde Var Hüzün” (1982), “Korkunun Krallığı” (1987), “Ayrılık Sevdaya Dahil” (1993), “Kimi Sevsem Sensin” (2001).
Romanlar: “Sokaktaki Adam” (1953), “Zenciler Birbirine Benzemez” (1957), “Kurtlar Sofrası” (1963/64), “Bıçağın Ucu” (1973), “Sırtlan Payı” (1974) (1974-1975 Yunus Nadi Ödülü), “Yaraya Tuz Basmak” (1978), “Fena Halde Leman” (1980), “Dersaadet’te Sabah Ezanları” (1981), “Haco Hanım Vay” (1984), “O Karanlıkta Biz” (1988).
Deneme-anı, gezi notları: “Abbas Yolcu” (1957). “Hangi Sol” (1970), “Hangi Batı” (1972), “Faşizmin Ayak Sesleri” (1975), “Hangi Seks” (1976), “Hangi Sağ” (1980), “Gerçekçilik Savaşı” (1980), “Hangi Atatürk” (1981), “Batının Deli Gömleği” (Gazete yazıları, 1981), “İkinci Yeni Savaşı” (1983), “Yanlış Erkekler Yanlış Kadınlar” (1985), “Ulusal Kültür Savaşı” (1986), “Sosyalizm Asıl Şimdi” (1991), “Aydınlar Savaşı” (1991), “Kadınlar Savaşı” (1992), “Hangi Edebiyat” (1993), “Hangi Laiklik” (1995), “Hangi Küreselleşme” (1997).
Çeviri: “Kanton’da İsyan”, “Umut” (Andre Malraux), “Basel’in Çanları” Louis Aragon.
Uzun metrajlı film senaryoları (Ali Kaptanoğlu takma adıyla): “Yalnızlar Rıhtımı” (Lütfi Akad), “Ateşten Damlalar” (Memduh Ün), “Rıfat Diye Biri” (Ertem Göreç), “Şoför Nebahat” (Metin Erksan), “Devlerin Öfkesi” (Nevzat Pesen), “Ver Elini İstanbul” (Aydın Arakon).
Dizi film senaryoları: Sekiz Sütuna Manşet (1982), Kartallar Yüksek Uçar (1984), Yarın Artık Bugündür (1986), Yıldızlar Gece Büyür (1992), Tele-Flaş (1993).
Gazete yazılarından derlenen kitaplar: “Sağım Solum Sobe” (1985), ), “Batının Deli Gömleği” (1981), “Bir Sap Kırmızı Karanfil” (1988), “Ufkun Arkasını Görebilmek” (1999), “Sultan Galiyef” (2000), “Dönek Bereketi” (2002), “Yıldız, Hilâl ve Kalpak” (2004).


Çocuklar gibi sevdim devler gibi ızdırap çektim(*)


yolumdan çekil yavrum
bağlasalar duramam
demir asa demir çarık dedim
neyleyim!
yolculuk dedim
ağaçlara tünedi yine akşam kargalarla bir
rüzgar kendini yerden yere vuruyor
kırık dökük yıldızlar belirdi uzaktan
telsiz mevceleri ardım sıra koşturuyor
anamdan yolcu doğmuşum
yedi dağın yolları kalbimden geçer
salkım salkım mısralar gelir içimden
dudaklarımda yağmur damlaları
alır beni yollar beni alır gider
anamdan yolcu doğmuşum
nehirlerle birlikte denizlere kavuştum
akşam dedim
şu koca dünya dedim
ağlasam dedim
yola bir düşüldü mü ömür boyunca gidilir
ekmeğin ve şarabın peşinden
turnaların peşinden
büyük şehirler büyük aşklar
çığlık çığlığa terk edilir
ben
çocuklar gibi sevdim devler gibi ızdırap çektim
damarlarımda dünyanın bütün rüzgarları
harblere açlıklara yalnızlığıma rağmen
anamdan yolcu doğmuşum
neyleyim
gurbet dedim
vatan dedim
hürriyet dedim.

--------------------------------------
(*) Şiirin adı "Şahane Serseri. Bu başlığı ben koydum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder