7 Kasım 2010 Pazar

Bağlacın düştüğü yer efsaneden daha gerçek


... Yılmaz Güney, Türkiye’de gelmiş geçmiş en iyi sinemacı, en iyi yönetmen, en iyi senaristti evet ama, Erkan Yücel de sırf “Endişe” filmindeki oyunuyla sinemada kendisini Yılmaz Güney düzeyine çıkarabilen bir oyuncuydu. Tiyatrodan gelen Erkan Yücel’in, sinemacılığı yıllara dayanan Yılmaz Güney’e “Endişe”deki oyunculuğuyla yetişmesi, Erkan Yücel’in sadece yeteneğinin boyutlarını gösterir. ...


Yılmaz Güney’in birkaç dakikalık görüntüsünü izlemek için -neredeyse sadece bunun için- düş kırıklığına uğrama korkusuyla istemeye istemeye gittiğim “Endişe” filminden yepyeni ve bambaşka bir oyuncuyla tanışarak çıkmanın verdiği doygunlukla, bu “endişe”min silinip gitmesinden geriye, bir cümleyle söylemek gerekirse, aklımda şu kalmış; Yılmaz Güney var, evet ama; Erkan Yücel de var!
BAĞLACIN DÜŞTÜĞÜ YER
Mafya babalarıyla da devrimcilerle de dost olabilen, laf atıldığı için sokak ortasında adam döven, 12 Mart’ta devrimcilere yardım ettiği için hapis yatan, “Endişe”nin çekimleri sırasında Adana’da yine bir laf atma nedeniyle savcı Sefa Mutlu’yu öldürmekten mahkum olan bu denli çok kişilikli Güney’de, bu olaydaki tutumuna kızsak da, üzülsek de, bütün bir 78 kuşağı kendimizden çok şey buluyorduk. Tek kelimeyle, bir efsaneydi Yılmaz Güney! Üstelik, sinemayı hapisaneden yazdığı senaryolarla –“Sürü”, “Yol”- sürdürüyor, bir yandan da siyasal bir hareket oluşturmaya çalışıyordu. Çeşitli akımlardan etkilenerek bir araya getirdiği eklektik düşüncelere katılmasak bile senaryosunu yazdığı hiçbir filmi kaçırmadığımız gibi –örneğin “Sürü” filmine mitinge gider gibi kalabalık gruplar halinde gitmiştik,- kitapları da –“Boynu Bükük Öldüler”, “Salpa”, vb.- hep başucumuzda durmaktaydı.
Bağlacın düşmesi hayli zaman aldı ve düştüğü yerde kaldı. İçimde…
ERKAN YÜCEL’DE OYUNCULUK, ABDÜLKADİR BULUT’TA ŞİİR

Yılmaz Güney, Türkiye’de gelmiş geçmiş en iyi sinemacı, en iyi yönetmen, en iyi senaristti evet ama, Erkan Yücel de sırf “Endişe” filmindeki oyunuyla sinemada kendisini Yılmaz Güney düzeyine çıkarabilen bir oyuncuydu. Yılmaz Güney’i sinemada çıtanın yükseldiği en son nokta olarak görürsek de böyle bu. Tiyatrodan gelen Erkan Yücel’in, sinemacılığı yıllara dayanan Yılmaz Güney’e “Endişe”deki oyunculuğuyla yetişmesi, Erkan Yücel’in sadece yeteneğinin boyutlarını gösterebilir. Yine de ikisini karşılaştırmak yanlış elbette. Farklı yerlerden geldiler, farklı çevrelerde ve farklı şekilde yetiştiler. Aynı alanda farklı şeyler yaptılar. Bu yüzden, sinemada Yılmaz Güney, Yılmaz Güney’dir her zaman ve Erkan Yücel de, -Charlie Chaplin’e benzetilmesi ayrı bir yanlışlık,- sadece Erkan Yücel’dir. Abdülkadir Bulut’a da böyle bakıyorum biraz. İkisi de genç yaşta ve birbirlerine yakın tarihlerde aynı yıl –birer ay arayla- trafik kazalarında yaşamdan ayrıldıkları için değil; sanatçı yapılarının kuruluşunun sağlamlığı bakımından… Abdülkadir Bulut’ta şiir neyse, Erkan Yücel’de oyunculuk odur. Ya da Erkan Yücel’de oyunculuk neyse Abdülkadir Bulut’ta şiir… Hayır, yaşamdan, yaratıcılıklarının daha başlangıcında genç yaşta ayrıldıkları için büyük değiller; belki garip gelecek ama, tam tersine, sanki büyük oldukları için yaşamdan genç yaşta ayrılmışlardır!

EFSANEDEN DAHA GERÇEK
Tiyatrocunun şanssızlığı, oynadığı oyunların bir daha aynı biçimde oynanamaz oluşudur. Ne var ki şansı da budur ve en azından video kameranın bu denli yaygın olmadığı altmışlı, yetmişli yıllar için geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Erkan Yücel’in “72. Koğuş”, “Durdurun Dünyayı İnecek Var”, “Müfettiş”, “Küçük Burjuvalar”, “Nafile Dünya”, “Ana” gibi oyunlardaki oyunculuğunu yalnızca anlatılanlardan biliyoruz. Sırtı seyircilere dönükken oyun arkadaşının karşısında takma dişini diliyle çıkarıp tekrar yerine koyması, AST’taki ceza tablosunda hep bu gibi suçlardan dolayı listenin başında yer alması, 12 Mart işkencehanelerinde Filistin askısında maymun taklidi yaparak arkadaşlarına cesaret vermesi, işkencecilerine Hitler’i oynaması, köylerde traktör römorklarından sahne kurması, bir oyunda oynaması valilikçe yasaklandığı için yerine geçen arkadaşı sahnedeyken kendisi de dayanamayıp aynı rolü kuliste oynaması gibi şeyler Erkan Yücel gibi yalın ve yaratıcı bir sanatçıyı efsane haline getirmiyor. Ancak açık bir gerçek olarak karşımıza koyduğu kesindir ve gerçekler efsanelerden daha keskindir. Erkan Yücel gibi bir sanatçının efsane olmaya ihtiyacı da yoktur üstelik. Zaten sanatını bu denli sağlam tutuşu da bu türden efsaneleri yıkmak içindir. Bunlar işin bir yanı…
Erkan Yücel’in sanatını besleyen, onu bir efsane değil bir gerçek haline getiren yanı örgütlü bir sanatçı olması, partililiği savunması ve yaşamında da buna uyması ve uygulamasıdır.
ALTIN YILLAR
Erkan Yücel’in Türkiye’de tiyatroya başladığı altmışlı yıllarda sanatçının solcu olup kendisini solda konumlayıp ifade etmemesi neredeyse “ayıp” sayılan bir şeydir. Türkiye’de solun altın yıllarıdır. Türk tiyatrosunun, sinemasının, şiirinin, romanının, hatta resminin ve bir bütün olarak da Türk kültür sanat ve edebiyatının altın yıllarıdır altmışlar... Şimdi neredeyse küreselci olmamak ayıp sayılmakta ve düzen, yıldızlarını altmışlarda “ayıp olmasın” diye solcu olanlardan devşirmektedir. Sol yaldızları dökülmüş bu eski yıldızlar; bol dizili televizyon kanallarında mankenlerin, şarkıcıların altında figürasyon yapıyorlar ve yine de oyunun motoru oluyorlar. Eski defterleri şöyle bir karıştırın göreceksiniz, birçoğu ya Erkan Yücel’le aynı tiyatroda bulunmuş, aynı oyunda oynamış, ya da Erkan Yücel’in okulunda yetişmiştir. Hasan Yalçın’ın deyimiyle, “Erkan Yücel’in tiyatrosunun perdecisi bile düzenin yıldızları içinde pırıl pırıl seçilebiliyor”.
BÜTÜN ÖLÜMLERDEN ERKEN ÖLÜM

- Sözgelimi, döneklik üzerine bir film yapacak olsaydık, filmimizde dönek’i oynayacak tek kişi, hiç kuşkusuz Erkan Yücel olurdu. Hiçbir tiyatro oyununu izleme olanağı bulamadığım Erkan Yücel’in, kendisine ilişkin anlatılanlara, Hasan Yalçın’ın yazılarına, Erkan Yücel’in kendi yazdıklarına bakmadan “Endişe”, “Hakkâri’de Bir Mevsim”,“Yorgun Savaşçı” ve "Bereketli Topraklar üzerinde" filmlerindeki oyunculuğuna bakarak söylüyorum bunu.
- Cemal Süreya’nın “Üstü Kalsın” şiirindeki “her ölüm erken ölümdür” dizesi geliyor aklıma.
- Erkan Yücel’in ölümü bütün ölümlerden daha erken bir ölüm.

(Mayıs 2006).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder